Muharrem Alevilerce ne anlama geliyor?

Bizim matemimiz, “batini” manada bir anmadır.

Muharrem orucunun amacı; Kerbela Katliamı`nı ve 12 İmamları, onlara yapılan haksızlıkları ve eziyetleri anmak, bunlardan dersler çıkarmak ve unutmamaktır. Bu nedenle; Muharrem orucunu, Ramazan orucu ile aynı ölçülerde değerlendirmek bizi yanlışlara götürebilir. 12 günlük Muharrem mateminde geleneğe uygun ve isteğe bağlı olarak “oruç” tutulmaktadır. Aleviler gelenek olarak Kerbela`yı anmak için tuttukları matem orucu esnasında; eğlenceden uzak, kendileriyle ve çevreleriyle barışık olmaya, hiç bir canlıya eziyet etmemeye, bu nedenle de kesici alet dahi kullanmamaya çalışırlar. Aleviler; kendileri için ve kendi olanakları ve sağlıkları oranında oruç tutarlar. Alevi`nin Muharrem matemi; ne tamamen içine kapanarak, kendini yiyip bitirmesini ne de sokaklara çıkarak kendini satırlarla yaralamasını, kendine ve çevresine eziyet etmesini gerektirir. Kerbela Katliamını anmak, onun anlamını genç nesillere aktarmak, Hz .Hüseyin`in duruşunu ve genelde Alevi öğretisini olduğunca fazla işlemek, Kerbela`yı anmaya daha uygun düşer.

Şeriat orucu, güneş ışığının yaşadığımız bölgeyi aydınlattığı sürece bir şey yenilmemesi, içilmemesi ve cinsel ilişkiye girilmemesi olarak algılanmakta ve uygulanmaktadır. Şeriat, oruç ibadetinin dış görüntüsü ve kuralları ile ilgilenir. Orucun manası ve maneviyatı arka plana itilmiştir. Örneğin oruçla ilgili bir soru katalogunda sorulan 45 sorudan ve cevaptan sadece birisi manaya yöneliktir. Diğer 44 soru ve cevapları oruç tutanın dış görüntüsü ve maddi konularına yöneliktir. Şeriata göre insanların “mana” ile değil “şekillerle ve kurallar” ile ilgilenmeleri ve “terbiye edilmeleri” önemlidir. Sakız orucu bozar mı?, Kusmak orucu bozar mı? Gibi; sadece orucu dış etkenlerin bozacağı korkusu ile ilgilenirler. Şeriatçı anlayışa göre disiplinli bir toplum yaratmak ve toplumu kontrol atında tutmak “ibadetin dış görüntüsü”nü tekleştirmekten geçer. Sünni kaynakları yüzlerce soru ve cevap ile “ilmihal” şeklinde orucun şekli ve nitelikleri ile ilgili “ayrıntılı ve abartılı” bilgiler verirler ve yönlendirme yaparlar. Buna karşın; Alevi inancı manaya önem verir. Manaya varmak için kurallar ve ayrıntılar önemli değildir. Alevi ibadetinde yer alan Muharrem orucu için; “sakız çiğnemek ya da diş fırçalamak” gibi ayrıntılar, kişinin kendisinin takdirine kalmış ayrıntılardır. Önemli olan; genel olarak orucun amacında ve genel çerçevesinde Alevilerin birlikte hareket etmeleri yeterlidir.

Bu nedenle Almanya`da ve diğer ülkelerde Alevi Kültür Merkezleri Muharrem matemi boyunca; Muharrem muhabbetleri (sohbetleri) düzenlerler, saz ve semah kurslarına ve deyiş öğrenmeye daha çok yer verirler.

Aleviler; başka zamanlarda olduğu gibi Muharrem mateminde de gereksiz “israf ve gösteriş”ten kaçınırlar. Sade bir sofra ve ihtiyaç kadar yiyecek Muharrem mateminde genel kuraldır. Türkiye`de ve Avrupa ülkelerinde “Ramazan iftarları” çoğu zaman ibadet amacını aşan, gösteriş ve israflara dönüşmektedir. Bu da bazen bilmeyerek ve özenerek bazı Aleviler tarafından taklit edilebilmektedir. Bizim ölçümüz; “şaşaalı Ramazan iftarları” değil; öğretimizin öngördüğü “sade, manaya yönelik ve unutturmaya karşı” geçmişimizi yad etmektir.

Tarikat makamı içinde görebildiğimiz “Muharrem matemi” anma amaçlıdır. Muharrem matemi, kişinin kendini terbiye etmesi amaçlı değildir. Kısaca Muharrem`de 12 gün 12 İmamlara yönelik katliam ve eziyetleri anmak, anlamak ve hissetmek için “matem” tutulur. “Oruçlu olmak” da buna dahildir. Ancak, 12 İmamları anmak için oruç tutmak “farz” değildir. Çünkü Alevilik`te; “insan nefsini terbiye etmek, açların halinden anlamak” amacıyla oruç ibadeti yoktur. Çünkü Alevi yaşamının tamamı, nefsin (egonun) yok edilmesine yöneliktir. Bunun kuralı da “eline, diline beline hakim ol!” olarak belirlenmiş olup tüm yaşam boyunca geçerlidir. İnsan-ı kamil olma süreci zaten büyük çoğunlukla nefsini köreltmekle geçer.

Bu konuyu Alevi ozan Ezeli bir dörtlüğünde çok güzel özetlemiştir:

“Ezeli can sana aç kalma diyor

Ulu orta yere nefs salma diyor

Elinle oruç tut, dur çalma diyor

Oruç elle belle dille tutulur.”

Kerbela bize ne öğretiyor?

Kerbela katliamı, Aleviliğin en köklü damarıdır diyebiliriz. Kerbela`ya kadar Hz. Peygamber ve Hz. Ali`nin yolunda gidenler; İslam`ı bir çıkar aracı olarak kullanan ve devlet idaresine hakim olan kesimlerle sürekli bir uzlaşma aramışlardır. Hz. Ali bu uzlaşma arayışında; Sıffın Savaşı denilen savaşta, galip gelmiş olmasına karşın “Hakem oyunu” ile Muaviye tarafından aldatıldığını acı bir şekilde görmüştür. Gerçek anlamda İslam`ı yerleştirmek ve yaşamak isteyen Ali taraftarları; Kerbela`dan sonra artık Yezit`in despot anlayışı ile anlaşmanın mümkün olmadığına kesin karar vermişler ve artık uzlaşma yolunu bırakmışlardır. Bu tarihten sonra hem öğretide hem de yaşam biçiminde kesin bir ayrışmanın olduğunu görüyoruz. Kerbela sonrasında; toplumsal ayrışma ortaya çıkmıştır. Bir tarafta iyi ve insanca anlayış ve inanç topluluğu diğer tarafta zora ve haksızlığa dayanan baskıcı yönetim.

İnsandaki iyilik duygularını destekleyen ve manaya önem veren Ehl-i Beyt bendesi; karşısında kötülüğü yayan ve nefsi ile hareket eden bencil ve o kadar da güçlü bir kesim bulmuştur. Hakk’a uygun davranma, Kerbela`dan sonra hepimizin sorumluluğu olmuştur.

Hz. Muhammet`in kendi toplumuna emanet bıraktığı Ehl-i Beyt son 12. İmam Mehdi`ye kadar bu kötü karakterli ve despot kesim tarafından ya katledilmişler ya da zehirlenerek şehit edilmişlerdir. Bunun en belirgin örneğini; Kerbela`da görüyoruz. Orada; mazlumla zalimin, ham ile olgunun, Haktan yana olan ile zevkten yana olanın karşılaşmasına tanık oluyoruz.

Haktan yana olanlar; 12 İmam Mehdi`nin kayıplara karışması ile Ehl-i Beyt`in savunduğu anlayışı terk etmemiştir. Bu tarihten sonra; Haktan yana olmayı savunmak; artık bu anlayışta olan herkesin görevi ve sorumluluğu olmuştur.

Kısaca söylersek; imamların bıraktığı görev; öncelikle ocaklara (dede ve analara) ve tüm iyilik yandaşı, haklıdan yana olan inananların omzuna yüklenmiştir.

Nedir sorumlu olduğumuz bu görevler?

Bu görevin üç ana boyutu vardır:

  1. Anmak:

Bizim anmamız, öğretimize uygun, barış içinde ve insani tavırlarla olur. Öğretiyi yaşamak; insanı olgunlaştırmaya yönelik cem ibadeti ile ve hakkaniyeti sağlayıcı etik sistem olan 4 kapı 40 makamı uygulamakla olur. Bize bu mirası bırakanları yani öğretimizin sahiplerini unutmamak, onları anmak, hatırlamak ve belleklerde yaşatmak. Alevi anması, Şiilerin anması gibi; kendine eziyete dayanan gösteri değildir. Kerbela`yı ve 12 imamları anarken; insanca ve Hakkın yarattıklarına saygıda kusur etmeden anmaktayız. Cemlerde de “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz içindir.” İlkesine uygun olarak “rızalık” ve “birlik/ tevhit” ilkelerini uygulayarak ibadet ediyoruz. 40 lar ceminde; eşitliği göstermek amacıyla “Hz. Ali`nin koluna neşter vurmayı” zahiri olarak algılasaydık; cemlerde herkesin birbirini yaralaması gerekirdi. Halbuki; biz bunu “Birimizin acısını ve sevincini hepimiz duyarız, birimizin acısı dinerse diğerlerinin acısı da diner” biçiminde “batini” anlamda algılıyoruz. Anmamız; böylece öğretimize uygun olarak manaya yöneliktir.

  1. Unutmamak:

Öğretinin sahiplerini unutmamak, geçmişimize vefa burcumuzdur :

Kerbela`yı ve diğer acıları anmanın manası; onlardan ders çıkarmak, yanlışları anlamak ve doğru çözümler bulmaktır. İnsanı insan yapan en önemli değer; kökenine sahip çıkmak ve “bizi biz yapan” kişilikleri örnek almak ve unutmamaktır.

Biz de gelecek kuşaklara güzel ve olumlu bir miras bırakmaya özen gösteririz ve biz de hatırlanmayı umarız. Zaten Alevi öğretisinin temellerinden biri de “Hakka yürüyenlerin canlarının bizimle birlikte var olmaya devam ettikleri” inancı değil midir?

Kerbela Katliamında doğrunun ve yanlışın nerede olduğunu anlayabilmek için elimizde çok yakın bir olay var. 2 Temmuz Sivas Madımak katliamı üstü örtülmek istense bile 2 Temmuz 1993 Sivas katliamının nedenlerini tam olarak biliyoruz. Katliamı yapanlar ve katliama göz yumanlar; Alevi toplumunun örgütünün olmayışından Ya da zayıf oluşundan cesaret almışlardır. Artık; Alevi toplumu yeni katliamların yaşanmaması için çok güçlü bir örgütlenmenin gerekliliğine inanmaktadır. Bu örgütlenme büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Bu örgütlenmenin Almanya`daki adı AABF`dir.

AABF, sadece bir Alevi dokusunun, sadece bir etnik kökenli Alevilerin ya da sadece bir ocağa bağlı Alevilerin örgütlenmesi değil; tüm Alevi, Bektaşi, Kızılbaş, Tahtacı, Sıraç gibi adlarla anılan ve ortak paydası cem ibadeti ve cemin gereklilikleri olan tüm Alevilerin örgütüdür. Üyelerden, yöneticilere kadar herkesin; söylediklerinde, yazdıklarında ve eylemlerinde bu bileşimi dikkate almaları gereklidir. Alevi ibadetinde ve öğretisinde anlaşan Alevilerin; diğer konulardaki (politik, etnik belirleme ve tanımlamalar) görüşler ve kimlikler AABF`nin genel çizgisine yansımamalıdır. Ancak bu tavırla bir, iri ve diri olunur.

  1. Öğretmek:

Öğretiyi gelecek kuşaklara aktararak vefa borcumuzu öderiz:

Örgütlerimiz gelecek kuşakların kullanımına sunmak üzere cem evleri yapıyor ve inşa ediyorlar. Gelecek kuşaklar, çocuklarımız Aleviliği öğrendikleri ve yaşadıkları oranda bu cem evlerine sahip çıkabileceklerdir. Cem evleri Aleviliğe gönül veren çocuklarımızın oluşturacakları “ortak akıl” ve “ortak duruşlar”la uzun vadeli olarak var olabilirler. Çocuk ve gençlerimizin ortak duruşları; ancak öğretiyi sistemli olarak öğrenmeleri ile oluşacaktır. Bu nedenle Alevilik dersleri mutlaka her şehirde gerçekleştirilmelidir.

Düşüncesi, etnik kökeni ve politik görüşü ne olursa olsun; ortak paydası cem olan her Alevi çocuğunu Alevilik derslerine göndermelidir. Bu görev; atalarımıza olan vicdan borcumuzun ödenmesi için ciddiye alınmalı ve gerçekleştirilmelidir. Bu konuda ortaya çıkacak eksiklikler, Alevi anne ve babaları, çocuklarına Alevilik dersleri hakkından vaz geçmeye götürmemelidir.

Dik duruşlu diyalog:

Ortak doğrularımızı “Hz. Hüseyin duruşu” olarak algılamamız gerekir ve O`nun duruşuna uygun olarak her koşulda ve her zaman bu duruşları temsil etmemiz ve savunmamız gerekir. Öyle ki; şiddete başvurmadan “sivil itaatsizlik” çerçevesinde her kesimle diyaloga girmek ve ortak duruşlarımızı; aklımızı ve hassasiyet kıvraklığını kullanarak sonuna kadar savunmak bizim mücadele yolumuz olmalıdır. Ta ki; karşı taraf “ikna olarak özünü dara çekinceye kadar” yani sorumluluğu kabul edinceye kadar direnmeliyiz. Bu bağlamda “Sivas`ta “Madımak anıtı/müzesi”nin; muhataplarının (devlet, Diyanet, Sünni kurumlar) “öz eleştiri” yapması sonucunda gerçekleşebileceğini vurgulamak istiyorum. Bu da “Kerbela`yı ve 12 İmam`ları anmamızın önemli bir parçasıdır.

Sonuç olarak şunu tekrar edelim:

Kerbela`yı ve 12 İmamları anmak; sadece yanıp/yakılmak ve ağlamak değildir. Bizim anmamız, öç alma duygusu yaratarak şerre hizmet etmek hiç değildir. Hz . Hüseyin`in duruşunu günümüze uyarlayarak ve Alevi toplumunun kalıcı bir barışa katkı sunmasını sağlayarak “rıza şehri”nin örneğini –en azındankendi çevremizde ve kendi toplumumuzda yaratmak ana amaçtır. Böylelikle insan-ı kamil olma sürecine katkı sunmaktır. Bizim anmamız “batini” manada bir anmadır.

 

Bu yazı İsmail Kaplan`ın Alevice- İnancımız ve Direncimiz kitabından biraz kısaltılarak alınmıştır.